Toplum sözleşmesi denildiğinde insanların gözünde içerik olarak ağır, okunması zor bir kitap canlanıyor. Rousseau işte o anda devreye giriyor eseriyle. Filozof kalıbından çıkarak anlatmak istediğini samimi bir dille, yumuşak geçişlerle ‘’ Toplum Sözleşmesi ‘’ ne aktarmıştır.

Bu kitap daha kapsamlı bir eserin yalnızca bir kısmını oluşturduğundan yarım kalmışlık hissini alıyorsunuz. Bu yapıtlar bir bütün olarak yayınlanabilseydi modern düzen hakkında ne çok kaynağımız olacaktı. Tek bir eserle yetinmek zorunda kalmayacaktık.

Rousseau kitabında ilk modern köle olan bizleri inceler. Modern köleliği yasal kılan ilkelerle bu konuyu irdeler. Daha sonraki kısımlarda aile ve devlet olgularını karşılaştırır. Ebeveynlerin çocuklarına gösterdiği sevgi çıkar uğruna mıdır? Sevgiyi çıkar uğruna olan bir duygu olarak düşünmesek bile devlette bu durum değişmemekte midir? Tabi ki bu durum devlette farklılaşmaktadır. Devlet başkanının halka beslemediği sevginin çıkarı hükmetme sevgisiyle yer değiştirir. Bakarsak buna salt bir sevgi diyemeyiz. Sevgi olarak adlandıramadığımız bu zevki devlet başkanı daha çok hissetmek için her şeyi meşrulaştırmıyor mu zaten.

Birilerin zevki uğruna köle olmak topluma huzur veriyormuş gibi görünür. Şunu sorgulamak lazım. Zindanda da sessizlik içinde yaşayan insan özgür olduğunda orayı özler mi? Hayır. Duygulanımlar insanın kendinden gelir. Hepsi tek tek toplum sözleşmesini oluşturacak şeylerdir. Efendi uğruna edilecek olgular değil kendinizin de bulunduğu topluma atfedilecek olgulardır. Bir kesimin mutluluğuyla toplum mutlu olmayacağına göre atfedeceğimiz yeri iyi düşünmek gerekir.

Kölelik ve hak kelimelerinin aynı yerde bulunamayacağından söz eden Rousseau toplum üyesinin  haklarını ’’bir’’ olan  topluma adarsa durumun herkes için ‘’bir’’ haline geleceğini ifade eder. Böyle bir birlik olunca kölelik çıkarı elde edebilecek kimse de kalmaz. Rousseau’nun hayali toplumunda her kesimden insan diğerinin kötü yola düşmesinden çıkar sağlamaz, çünkü bu bütünlüğü yok eder. Bu açıdan bakıldığında çok mantıklı görünüyor. Sonuçta kendini topluma bağlayan kişi kendini hiç kimseye bağlamamış olur. İşte Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi olgusuna “Her birimiz bütün varlığımızı ve bütün gücümüzü bir arada genel istemin buyruğuna verir ve her üyeyi bütünün bölünmez bir parçası kabul ederiz.” cümlesiyle açıklık getirebiliriz. İfade edilen bu tüzel bütünlük zorunlu bir yasa değil ancak bir gönül işi olabilir. Bütünlüğün devamı bireylerin de devamıdır.

Rousseau bu eserinde doğası bozulmuş insanın olabilecek en iyi halinin tablosunu oluşturmuştur. Çünkü insanlar barış halinde yaşarken yanlış bir oluşumla bugünkü durumuna düşmüştür. Bu yanlış oluşumdan en az hasarla nasıl kurtulunabilir eserin özünü oluşturmaktadır.

Sonsuza kadar sürecek bir devlet yoktur. En iyi ihtimalle bir devlet diğerlerinden daha geç ölür, ama her devlet eninde sonunda ölecektir Rousseau’ya göre. Politik bütün, adeta doğduğu anda bir anlamda ölmeye başlayan bir insan bedeni gibidir. İyi bir devlette işler parayla dönmez. O devlette yurttaşlar ödevlerinden kurtulmak için değil, bizzat kendileri yapmak için para verirler. Rousseau temsili demokrasinin de bir yönünden söz eder. İnsanlar temsili demokraside ancak bu temsilcileri seçerken özgürlerdir. Bu kısa süren özgürlük anlarını insanlar o kadar kötüye kullanırlar ki özgürlüğü yitirmeyi de hak ederler. Çünkü devlet başkanı ne kadar nitelikli olursa olsun bütünün tüm ayrıntılarını temsil edemeyecektir.

Toplumda yeni bir yasa konulma zorunluluğu doğarsa da bu zorunluluğu herkes hissetmelidir. Başkalarının koyduğu yasaları bizlerin ihtiyacına göre olması adeta şans işine döner. İşte Rousseau’nun hayali toplumu bu işi asla şansa bırakmaz.

Ayrıca Rousseau eserinde Roma İmparatorluğu’ndan birçok ayrıntılı örnekler verir. Ona göre Roma İmparatorluğu toplum sözleşmesine bazı açılardan en çok yaklaşabilmiş devlettir. Rousseau dinlere de saygının çok önemli olduğunu belirterek egemen varlığın yurttaşların yalnızca yaşamdaki halleriyle ilgilendiğini söyler. Egemen varlık bile olsa insanların dinsel inancına karışamaz. Ayrıca Rousseau bizzat insanlara yasalar vermek için tanrıların gerekli olduğundan söz eder. Çünkü ona göre yasacı insandan üstün olmalıdır. Bunun iki sebebi olduğuna inanan Rousseau ‘ya göre bu düzeni ancak bir tanrı sağlayabilir ya da bu toplumsal sözleşme insanların uygulayabileceğinden çok daha üstün bir şeydir. Böyle düşünerek imkansızı belirtmeye çalışmamış mıdır sizce? Demek ki hayali ütopyası da buradan besleniyor.

Önerilen Kitap:

  • Eser: İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
  • Yazar: J.J.Rousseau
  • J.J.Rousseau, temel felsefesindeki düşüncelerini bu kitapta tüm açıklığıyla ortaya koymuştur. İnsanların; doğuştan günahsız ve iyi olduğunu savunan Rousseau, çevresel faktörler, yaşam zorluğu, toplumsal baskılar sebebiyle giderek gerçek benliğinden uzaklaşarak iyilik ve erdem gibi değerlere karşı yabancılaştığı, bencilleştiği savındadır. İlkçağlarda yaşayan vahşi insanların doğal ve bağımsız olduğunu, günümüzde ise kişisel çıkarlar, üstünlük, hakimiyet kurma hırsları sebebiyle dışa daha bağımlı hale geldiklerini, bütün bunların da insanlar arasındaki eşitsizlikleri arttırdığını ifade etmektedir.
Kaynakça
  • Rousseau, J.J., Du Contract Social`, Ou, Principes Du Droit Politique, Continuum Books, Londra, 1996
0 Shares:
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da hoşunuza gidebilir
Okumaya Devam Et!

Sevginin Beş Dili

İnsanların günümüzde karşılaştığı en yaygın ilişki sorunlarından biri, sevgiyi bir başkasınadolaylı ve doğrudan bir şekilde ifade etmektir. Neredeyse…