Yuval Noah Harari’nin çok ses getiren, seveni kadar sevmeyeni de bir o kadar olan eseri Sapiens: Hayvanlardan Tanrı’lara insan türünün kısa bir tarihi, insanlık tarihinin evrimini belli aşamalarda anlatmaktadır. Harari’nin kitabında bilişsel devrim, tarım devrimi, insanlığın birleşmesi, bilim devrimi şeklinde ayırdığı bu aşamalar insanlık tarihinin değişen tüm koşulları ve yapıları ile her okuyucunun anlayabileceği bir dille aktarılmaktadır. İnsanlık tarihinin geçtiği dönemler anlatılırken bir yandan evrimleşme sürecimize ve bunun etrafında şekil alan çevresel faktörlerin değişimine de değinilmektedir.

Kendimizi üstün varlıklar olarak görüyoruz. Bu özelliğimizi de evrimleşirken ekolojik sistemi tahrip eden atalarımız homo sapienslerden aldığımız, kitabın ilk bölümlerinde sıkça geçiyor. Peki evrimleşirken gelişiyor muyuz ya da öyle zannettiğimiz anlarda bir gerileme sürecinde olduğumuzu unutuyor muyuz? Bu soru aslında kitabın ana temasını oluşturmaktadır.  Irk, din, toplum içinde cinsiyetlere bakış açısı, sınırlar, iletişim, kanunlar, ülkeler, kültürler, sanayi devrimi, para, banka kısaca hayatımızın her alanında gördüğümüz şeylerin nasıl bir süreçle, hangi amaçla ortaya çıktığının cevabı kitabın sonunda geçmektedir. Avcı toplayıcı dönemden bilim devrimine geldiğimiz süreçlerde değişen sosyal yapı, kitapta kafa karıştırmayacak bir düzende ortaya konmaktadır. Bu tür bağlantıların bütün içinde birbirine geçirilerek anlatılması da kitabın okunmasını kolaylaştırmakta. Sık sık kıyaslamalar yapıldığı için de farklı pencerelerden gözlem yapma ve kendi çıkarımlarımızı yürütebilme imkanı da bulabilmekteyiz.

 Kitapta en ilgi çekici bulduğum kısım ise ilerleme yaşadığımızı düşündüğümüz noktalarda değerlerimizin kaybının anlatıldığı yerlerdi. Örnek vermek gerekirse sanayi devrimin yararları zararlarından daha çok konuşuluyor. Gerçekten de refaha mı erdik yoksa öyle düşünmeye mi zorluyoruz kendimizi? Doğal yaşamdan uzaklaştıkça doğaya karşı olan bilgilerimizi, fiziksel özelliklerimizi ve düşünce yapımızı kaybettik. Doğaya hükmedelim derken kazançlı olduğumuz noktalardan olduk. Mesela Tarım Devrimi’nde bir çiftçinin hasadı doğal afet ile yok olduğunda kıtlık yaşanırdı. Fakat avcı toplayıcıda besin alışkanlıklarımız daha geniş olduğu için bu durumdan çok etkilenmezdik. Deprem olduğunda ise avcı toplayıcı bundan daha az etkilenirdi. Salgın hastalıklar, stres ve psikolojik bunalımlar daha azdı. Şimdi ise her evrildiğimizde türümüzün değerlerini kaybettiğimiz yetmiyormuş gibi salgınlar, afetler, ruhsal bunalımlarla baş başa kaldık.

Teknoloji, iyi giyim, lüks yaşam gibi yeni gelişen ihtiyaçlarımız arttıkça statüler arası fark açıldı. Bununla birlikte ihtiyaç çeşitliliği de arttığı için bizi daha da çok çalışmaya itti. Eskiden lüks olarak görülen şeyler şimdi bizim için ihtiyaç haline geldi. Doyumsuzluğumuzdan çevremizdeki kaynakları sömürdük. Bunların bedeli oldu mu oldu. Ama kimin umurunda… Bir gün elbet yeni kaynaklar da bulunur.

Her geçen gün üretim gereğinden fazla artıyor. Tüketim çılgınlığı dediğimiz gereksiz para akışı da buradan kaynaklanıyor. Yalnız unuttuğumuz bir şey var. Zenginler bu imkana sahipken fakirler ne yapıyor? Tabi ki  bir taraf yerken bir taraf bakıyor. Orta gelirliler ise borca girerek zenginler gibi yaşamak istiyor.  İnsanlık bunlarla boğuşurken yaşamın ve keşfetme arzusunun bütün o güzelliklerini kaçırıyoruz. Günlerimiz bitmek bilmeyen, çok da ihtiyacımız olmayan şeyler için para kazanmakla geçiyor. Buna ‘‘günlerimiz heba oluyor’’ da diyebiliriz.

Üretim arttıkça beraberinde tüketici ve sömürücü nüfus da arttı. Böylelikle fazla nüfuslu insanlık dünyaya yayıldı. Bu durum tüm ekolojiyi de beraberinde değiştirdi. Avcı toplayıcılar döneminde insanlar, yüzlerce kilometrekarelik topraklarda yaşardı. Tepeler, dereler, ağaçlar, tüm arazi evleriydi. Sonra zamanla insanların hayal gücü olarak sınırlar çizildi. Sınırlar içerisine tıkılıp kaldık. Ev kavramı, ben merkezciliği yaratarak bizi daha da kısıtladı. Sınırdaki evlerle birlikte kalabalık kitleler oluştu. Kalabalık kitleler oluştukça düzen içinde yaşamak zorlaştı. Düzen için kanunlar çıktı. Krallıklar kuruldu. İnsanın hayal gücü olan düzenlerin korunmasında güçlük çekildi. Bunun için şiddet gerekti. Ordular, polis kuvvetleri, mahkemeler hapishaneler insanların bu hayali düzenlere uygun davranması için çalışmaya başladı.

Keşfetme arzusunun köreldiğine değinmiştik. Daha da açmak gerekirse eski dönemlerde bireysellik daha ön planda olduğundan öğrenme merakı fazlaydı. Şimdi herkes bir başkasının bilgisine güveniyor. Kolektif yaşama adapte olduğumuz her an keşfetme arzumuz daha da köreliyor. Kısacası insan evrildi, düzen değişti. Düzen değiştikçe ihtiyaçlar değişti. İhtiyaçlar değiştikçe insan tekrar evrildi. Bu kısır döngü sürekli ama sürekli devam etti.  Pekala bu değişimler bizim genetik yapımıza uygun muydu? Bizler de ilk insanlık tarihindeki diğer türler gibi tarihe karışsaydık ve ortaya tekrar yeni süper tür çıksaydı? Yaşam nasıl olurdu acaba?

 Kitabın sayfalarında kendimizi ne kadar önemsediğimizi fark ettim. Sonsuz evrende bir nokta bile değilken tanrıcılık oynayan varlıklarız sadece. Hedeflerimiz konusunda emin bile değiliz. Daha da kötüsü  her zamankinden çok daha fazla sorumsuzuz. Uymamız gereken onca kural varken kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyoruz. Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz. Üstelik bundan tatmin de olmuyoruz. Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz bir türden daha tehlikeli bir şey olabilir mi? Hiç sanmıyorum.

Önerilen Kitap:

  • Homo Deus: Yarının Kısa Tarihi – Yuval Noah Harari
  • Hayvanlardan Tanrılara Sapiens kitabıyla insan türünün dünyaya nasıl egemen olduğunu anlatan Harari, Homo Deus’ta çarpıcı öngörüleriyle yarınımızı ele alıyor. İnsanlığın ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık peşindeki yolculuğunu bilim, tarih ve felsefe ışığında incelediği bu çalışmasında, insanın bambaşka bir türe, Homo deus’a evrildiği bir gelecek kurguluyor.
  • Yola “önemsiz bir hayvan” olarak çıkan Homo sapiens, tanrılar katına ulaşmak uğruna kendi sonunu mu hazırlıyor? Homo sapiens nasıl oldu da evrenin insan türünün etrafında döndüğünü iddia eden hümanist öğretiye inandı? Bu öğreti gündelik yaşantımızı, sanatımızı ve en gizli tutkularımızı nasıl şekillendiriyor? İnsanı inekler, tavuklar, şempanzeler ve bilgisayar programlarının tümünden ayıran yüksek zekası ve kudreti dışında herhangi bir alametifarikası var mı?
  • Tarih boyunca benzeri görülmemiş kazanımlar elde etmemize rağmen mutluluk seviyemizde neden kayda değer bir artış olmadı?
  • “Tüm bunları anlamak için tek yapmamız gereken geriye dönüp bakmak ve Homo sapiens’in aslında ne olduğunu, hümanizmin nasıl dünyaya hakim bir din hâline geldiğini ve hümanizm rüyasını gerçekleştirmeye çalışmanın aslında neden insanlığın kendi sonunu getireceğini incelemektir. İşte bu kitabın temel meselesi budur.”

Kaynakça

  • Harari, Y. N., Sapiens: A Brief History of Humankind, Vintage, New York City, 2015
0 Shares:
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da hoşunuza gidebilir
Okumaya Devam Et!

Sevginin Beş Dili

İnsanların günümüzde karşılaştığı en yaygın ilişki sorunlarından biri, sevgiyi bir başkasınadolaylı ve doğrudan bir şekilde ifade etmektir. Neredeyse…