On dokuzuncu yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korumasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur: Doğayı insana karşı korumak.

Peter F. Drucker

Çocukken çizdiğiniz resimlerde gökyüzünü masmavi yapar, karaya yemyeşil ağaçlar çizerdiniz değil mi? Rengarenk çiçekleri eklemeyi unutmazdınız. Güneşi ise tüm parlaklığıyla resmeder, bacası tüten küçük bir kır evini iliştirirdiniz. Bu evde yaşayan insanlar doğayla iç içelerdi. Belki de onların ağaçların arasında gezdiklerini, çiçek kokuları arasında dolaştıklarını, ektikleri domatesleri olgunlaştıklarında dalından taze taze kopardıklarını ve huzurlu bir yaşam sürdüklerini hayal ederdiniz. Küçük bir çocuğun resminde insan doğanın bir parçasıydı. Doğa ondan güçlüydü ve insana kucak açıyordu. Çizgi filmlerde böyle görmüştük.

Artık çizgi filmlere değil haber kanallarına kulak vermeye başladığınızda dünyanın resmettiğiniz gibi ışıltılı bir yönü olmadığını görmeye başladınız mı? Benim cevabım hüzünlü bir evet. Bu duruma kendisine doğa tarafından kucak açılan insanın son yüzyılda benimsediği yaşam biçiminin neden olduğunu da fark ettim. Onun tüketim çılgınlıkları sonucunda doğa zarar görmekteydi ve çoğu zaman da doğa kendisinden alınanın hesabını yine insanlardan soruyordu. Su kirliliği, hava kirliliği, gıda yetersizliği, betonlaşma, endüstrileşen hayvan katli ve nicesine medyada tanık olmaktaydım. Gördüklerim, okuduklarım gittikçe beni dehşete düşürmeye başlıyor, harekete geçme isteği yerini çaresizlik hissine bırakıyordu. Küçükken resmettiğim renkli dünyanın yerini bir anda karanlık ve kaos dolu günümüz dünyası almıştı. Sanki boğuluyordum.

Neden böyle hissediyordum? Hislerimin bir karşılığı var mıydı ve kaygılarımın önüne geçmek için ne yapabilirdim? Acaba böyle hisseden bir tek ben miydim?

Eko-Kaygı Nedir? Nasıl Doğar?

Yaşadığım durumun eko-kaygı olarak adlandırıldığını öğrendim. Bu kavramı biraz tanıyalım.

Eko-kaygının henüz tıbbi bir tanımı bulunmuyor. Ancak çağın değişim hızı ve hastalıkların çoğunlukla psikolojik olduğu düşünülürse eko-kaygının araştırmalara konu olması kaçınılmazdır. Araştırmalarda ekolojik gelişmelerin bireyin ruh sağlığında, davranış ve tutumlarında, kimliklerinde ne tür değişiklikler meydana getirdiği konularına eko-psikoloji alanında yer verilmektedir. Eko-kaygı konusunda araştırmalar yürüten Amerikan Psikiyatri Birliği de (APA) bu kavramı çevresel kıyamet korkusu olarak nitelendirdi. Kişinin doğanın geri kalanıyla kurduğu psikolojik ilişkiye işaret eden eko-kaygı özellikle iklim değişikliği konusunda duyulan endişeleri barındırıyor. Öte yandan eko-kaygı duyan bireyler davranışlarının bugün ve gelecek üzerindeki etkileri konusunda suçlu hissedebildikleri ortaya konmuştur.

Eko-kaygıya neden olan durumlar iklim konusunda endişe duymak olarak belirtilse de stres seviyesinin artmasında ve sürekli kılınmasında medya büyük rol oynuyor. Medya kullanımı haberleşme ve toplumsal etki alanı bulma konusunda işlevsel olsa da yanlış bilgilerin yayılması için de adeta bir cennet.

Öte yandan bireyin faaliyet gösterdiği iş kolu da eko-kaygının düzeyinde belirleyici etki gösterebilir. Örneğin acil durum ve afet kanallarında yer alan bireylerin çevre ve iklim konusunda duyduğu kaygı düzeyi yerel bir bakkalda çalışan kişiden fazladır.

Eko-kaygı beraberinde travma, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, saldırganlık, bağımlılık ve kadercilik gibi olumsuz durumları getirebilmektedir. Elbette yaşanan her olumsuz durumun bir çaresi olduğu gibi eko-kaygıdan kurulmanın veya kaygı düzeyini azaltmanın çeşitli yolları var.

Eko-Kaygıyı Azaltmanın Yolları

Tüketim alışkanlıklarımızı değiştirmek, sürdürülebilir bir hayat benimsemek pahalı bir yaşam biçimi gibi görünebilir. Aynı zamanda kalabalık dünyada ekolojik dengeye ulaşmak için işbirliği yapmak fantastik gelebilir. Bu durumda bireysel çabalarımızın etkisini yitirmesinden endişelenmek gayet doğaldır. Ancak bilmeliyiz ki küçük adımlar büyük etkiler açığa çıkartabilir. Bireysel anlamda değişime gitmek bir domino taşı etkisi yaratarak çevre konusunda bilinçli kitleler oluşmasına katkı sağlayabilir.

Ekolojik kaygıların gündelik hayatımızı işgal etmesini engellemek için tüketim alışkanlıklarımıza bir göz atmak iyi bir başlangıç olabilir. Küresel işletmelerden çok, küçük ve yerel işletmeleri tercih etmek, keşfettiğimiz işletmeleri paylaşarak tüketici kitlesi kazandırmak ekolojik dengeyi koruma konusunda ufak ama etkili bir adımdır.

Gereksiz alışverişlerden kaçınmak; alışverişlerimizde ham madde, depozitolu, geri dönüştürülebilir veya ikinci el ürünleri tercih etmek; satın almak yerine kiralamayı tercih etmek gibi adımlar uygulanabilir. Atıklarımızı en aza indirmek, farklı alanlarda kullanmak üzere değerlendirmek, kompost yapmak da bir tercih olabilir.

Küçük meydan okumalar iyi hissetmenizi sağlayabilir. 1 hafta hiç plastik satın almamak veya birkaç gün işe bisikletle gitmek kendinizi çevre konusunda başarılı hissettirebilir. Atlanmaması gereken bir nokta ise ulaşılabilir hedefler belirlemenin önemidir.

İletişim kurmak, konuşmak ve tartışmak hiç şüphesiz güzel enerjilerle donanmanızı sağlayabilir. Aktif olmak, hareket etmek, çevre gruplarıyla kuruluşlarında gönüllü olarak yer almak diğer bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor.

Yakın fikirli kişilerle bir arada bulunmak değişimi tetiklemektedir. Bir araya gelerek kamu kurum ve kuruluşlarından yerel pazarlar talep edebilir, çeşitli iklim anlaşmalarına ülke olarak üye olabilmemiz için çalışmalar yürütülebilir.

Doğa ile temas etmek, çevre hakkında doğru bilgilere ulaşmak meditasyon yapmak eko-kaygıyı azaltan yöntemler arasında bulunuyor. Ancak çevre konusunda duyduğumuz stres düzeyini kontrol altına almanın zorlaştığı durumlarda profesyonel destek almak sağlıklı olacaktır.

Sorunları çözülemez olarak görmek bizleri karamsarlığa ve çıkmaza sürükler. Esnek ve olumlu bir bakış açısı, bireysel düzeyde çaba ve değişim eko-kaygının nispeten azalmasına, çevredeki değişim ibresinin ise olumlu yönde ilerlemesi için yeterli olacaktır.

Bizler dünyanın küçük misafirleriyiz. Doğa üzerinde egemenlik kurmak yerine onunla bütünleşmeliyiz. Bugüne kadar insanın doğadaki tahribatı büyükçe olsa da her birimizin doğaya uzatacağı zeytin dalı huzuru, sağlığı ve neşeyi getirecektir. Ve doğayı düşünen, onun için savaşan birileri her zaman olacaktır. Medya ise bizlere hep kötü haberler vermez. Belki fark etmişsinizdir, vegan kasaplar ve vejetaryen menüler gittikçe yaygınlaşmakta. Aşırı tüketime dayalı yaşam biçimi gittikçe daha çevreci ve bilinçli tüketime yerini bırakıyor. Eko-kaygı korkunç görünse de çözümlerini de kendi içinde barındırıyor.

Doğayla arkadaş olduğumuz kaygısız bir dünya dileğiyle.

0 Shares:
Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bunlar da hoşunuza gidebilir