Instagram, aylar önce bazı profillerde, beğenme sayısını göstermeme özelliğini denedi. Bu hesaplar, paylaşımların beğenme sayılarını göremiyorlardı. Ancak birkaç hafta önce bu deneme süreci bitmiş ve geri bildirimleri toplanmış olsa gerek ki bu özelliği ayarlardan bizim belirleyebileceğimiz duyurusu yapıldı. Yüz binlerce kişinin muhtemelen eli o tıklamaya gitti; beğenme ve görüntülenme sayılarını göster.
Beğenme sayıları bizim kimliğimiz. Başkaları için de çok büyük ve önemli bir ön bilgi. Başkalarının beğeni sayılarını göremememiz, onlar hakkında daha az şey bilmemiz demek. Aynı şeyi kendimiz için de düşünüyoruz. “Beğeni sayım, benim kim olduğumu gösteriyor.” Ne kadar beğenildiğimiz ve bunun başkaları tarafından da görülmesi bizim için çok değerli. Hatta bazen öyle değerli ki, ona göre şekilleniyoruz. Dilimizi değiştiriyoruz, yediklerimizi değiştiriyoruz, vücudumuzu değiştiriyoruz. Kendimiz için olduğunu savunduğumuz değişiklikler, beğeni sayılarımız arttıkça daha cazip geliyor. Hedeflerimiz büyüyor, daha fazla masraf gerekiyor. Estetik ameliyatları bizi, o beğenilen kişilere dönüştürecek anahtarlar olmaya başlıyor. Bazı yerlerimizden yağ aldırırken bazı yerlerimizi dolduruyoruz. Yani, o yerlere de toplum karar veriyor. Bu hedefleri gerçekleştirebilenler de oluyor, gerçekleştiremeyenler de. Onlar beğenilmeyi hak etmiyorlar mı? Onlar için de çözüm yolları var tabii ki, filtre ve photoshoplar. İncecik bellere ve kemersiz burunlara sahip olabiliyoruz onlar sayesinde. Gerçekleri unutuyoruz, yok sayıyoruz. Filtrelerle var olmaya ve aynalara bakmaya korkar oluyoruz.
Sosyal medyada gördüğümüz “olması gerektiği gibi” olan vücutlar sebebiyle onlar gibi oldukça beğenileceğimizi ve toplumda yer alabileceğimizi düşünüyoruz. Ben de buradayım, deme şeklimiz haline gelen bu yeni yöntem, bazen bizlerde beden hoşnutsuzluğuna dolayısıyla da yeme bozukları ya da beden dismorfik bozukluğuna sebep olabiliyor (Rollero, 2013).
1997 yılında ortaya atılan Nesneleştirme Teorisi de kişilerin medyada gördüğü “mükemmel” vücut şekline odaklanmak, kendilerine verdikleri değer ve fiziksel görünüm arasındaki ilişkiye yol açtığını söylemektedir (Fredrickson & Roberts, 1997). Kişilerin bir çoğu kendilerinin “mükemmel” vücut şekline sahip olmadığını düşündükleri bu sebeple kendilerine verdikleri değerin azalmasının ise özgüven eksikliğine neden olduğu görülmüştür (Rollero, 2013). Yine kişilerin ilişkilerinde de kendilerini değersizleştirmeye yatkın olduğu ve sadece “beğenilme” ye odaklandığı da araştırmalarda gözlemlenmiştir (Rollero, 2013).
Aynaya bakamamamızın, tartılardan ayrı duramamamızın ya da görmek bile istemememizin, her paylaştığımız fotoğrafın beş dakika aralıklarla beğeni sayılarını takip etmememizin, attığımız hikayelerde filtreler kullanmamızın çok sebebi aynı zamanda çok sonucu var. Özgüveni hangi tarafa koyarsak o tarafta ağır gelecektir ama önemi tartışılmaz. Kişinin kendine verdiği sevgi ve beğeninin yerini bir başka yerde bulmamız çok zor. Ama kendimize verdiğimiz değerle, başkalarından aldığımız değer birbirini karşılıklı olarak etkilemektedir.
Instagram bize bir güzellik yapıp beğeni sayılarını hepimiz için kapatsaydı da biz de biraz olsun, beğenilme kaygımızdan uzaklaşsaydık. Hepimiz için daha kolay olurdu. Zor ama kalıcı yol ise özgüven, öz sevgi, öz şefkatten geçiyor. Sosyal varlıklar olarak başkalarına ihtiyacımız her zaman var ve olacak. Ancak onlara, onların beğenisine “muhtaç” olmanın, bizi kendi hayatımızda “özne” olmaktan alıkoyup “nesne”leştirmesine izin vermemeliyiz.
Kaynakça ve İleri Okumalar:
Rollero, C. (2013). Men and women facing objectification: The effects of media models on well-being, self-esteem and ambivalent sexism. Revista de Psicología Social: International Journal of Social Psychology , 28 (3), 373-382.
Fredrickson, B. L., & Roberts, T.-A. (1997). OBJECTIFICATION THEORY Toward Understanding Women’s Lived Experiences and Mental Health Risks. Psychology of Women Quarterly , 21, 17%206.